CAHİT SITKI TARANCI
Cahit Sıtkı Tarhancı 4 Ekim 1910, Diyarbakır da doğmuştur.Diyarbakır'da dünyaya gelen Tarancı, şehrin soylu ailelerinden olan Pirinççizade ailesindendir.Tarhancı, pirinç ziraati ve ticaretle uğraştıkları için "Pirinççizadeler’’ diye bilinirler.
Ziraat ve ticaretle uğraşan Bekir Sıtkı Bey, amcası Arif Efendi'nin kızı Arife Hanım ile evlenmiş altı çocukları olmuştur ve bunların en büyüğü olan Cahit tir.1934'te Soyadı Kanunu'nun çıkmasıyla Arif Efendi'nin soyundan gelenler "Pirinççioğlu" soyadını alırken o sene pirinç satışından zarar eden ve kızgınlıkla 'Pirinççioğlu' soyadını almayan Bekir Sıtkı Bey, "çiftçi’’ anlamına gelen "Tarancı" soyadını aldı.
Tarancı öğrenim hayatına 1917'de.Diyarbakır Nümune-i Terakkî-i Hamidî Mekteb-i İptidâî'sinde başladı ve mektebini ‘üstün başarı’ ile bitirdi.Babası onu istanbulda ‘Saint joseph fransız lisesi’ne gönderdi.1927-28 eğitim-öğretim döneminde ‘galata saray lisesi’ne gitti.Şiir yazma girişimlerine lise öğrencisi iken başladı. 1931'de Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Yıldız'daki Mülkiye Mektebi'ne yatılı olarak eğitimine devam ettti . Bu günlerde yazdığı "Uzak Bir İklimde", "Gece Bir Neticedir" ve "Güneşe Âşık Çocuk" gibi şiirler Tarancı yı şöhret basamaklarının birinci adımları idi Hikayelerini yayımladığı Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi'nin desteği ile yükseköğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gitti.1938-1940 yıllarında Paris'te Sciences Politiques'te öğrenimine devam etti. Bu günlerde geçimini sağlamak için Paris Radyosu'nun Türkçe yayınlar servisinde spikerlik yaptı.II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası uçakları 1940 yılında Paris'i bombalamaya başlayınca öğrenimini bırakmak zorunda kaldı; 13 Haziran 1940'ta bisiklet ile kaçarak önce Lyon'a sonra Cenevre'ye geçti. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Türkiye'ye geri dönmüştür.Cahit Sıtkı, hiçbir yüksekokul bitiremeden Diyarbakır'a döndü. Tarancı, 1954 yılının ocak ayının Ankara Numune Hastanesine kaldırıldı. Sağ tarafından felç olan Cahit Sıtkı, konuşma yetisini kaybetti.kendi şiirleri okunarak hafızası az da olsa kazanılan cahit 15-20 kelimeyi yeniden öğrenebildi fakat ölüm acımasızdı... 12 Ekim 1956'da hayata gözlerini yumdu.
ARKADAŞLARININ AĞZINDAN
CAHİT SITKI TARANCI
-SSPor mipor yapmazdı. Tertemiz giyinirdi. Küçücük zarif ayakları ve hep boyalı iskarpinleri vardı. Gel zaman git zaman, Diyarbakırlı Cahit, Türkiye'nin en ünlü şairlerinden biri oldu. CHP'nin mi, başka resmi bir kuruluşun mu, şimdi hatırlamıyorum, açtığı bir şiir yarışmasında onun "Otuz Beş Yaş" şiiri birinciliği kazanmıştı. Yıl, sanırım, bin dokuzyüz kırklar hanesinde idi. Cahit Sıtkı o tarihten sonra dillerden düşmedi
-En yakın ruhdaşı ve kafadaşı, Ziya Osman Saba idi. Bir keresinde onunla bahse girip Galatasaray Lisesi'nin arkasındaki yardan mahalle çocukları gibi aşağı inip yukarı çıkmış, bu tehlikeli serüven sırasında zavallı Ziya Osman'ı heyecandan öldürecek durumlara sokmuştu. Yaşamının tek yaramazlığı belki de bu olmuştur. Yıllar sonra Cahit Sıtkı hastalandı, boğazına bir felç geldi. Her şeyi anlıyor ama konuşamıyordu. Türkiye'de uzun tedaviler fayda vermedi, o zaman DP'nin hatırlı şeflerinden ve galiba Çalışma Bakanı bulunan Samet Ağaoğlu hemen harekete geçti. Politika dağdağası içinde bile sanatçılığını, sanat adamları ile yakınlığını kaybetmeyen Ağaoğlu, talihsiz şaire elini uzattı. Onun devlet kanalıyla Viyana'ya tedaviye gönderilmesini sağladı. O yıllar Viyana'da bulunuyordum. Sefaret başkatibi şimdiki Pekin Büyükelçimiz Adnan Bulak'tı. Adnan Bulak'ın Cahit Sıtkı ile iki ortak yanı vardı. O da Galatasaraylı’ydı. O da şairdi. Bunun dışında da her Türk aydını gibi Cahit Sıtkı'nın şiirlerine hayrandı, saygısı vardı. Bu saygı, sevgivevefa ile Cahit Sıtkı klinikte kaldığı sürece bir kardeşi gibi onunla ilgilendi
... BAŞLICA ESERLERİ ...
-Çocukluk
- Aşk
-Kara Sevda
-Bugün Cuma
-Değişik
-Düşten Güzel
-Abbas
-Yalnızlığa Dair
-İmkansız Dostluk
-Ölüm
-Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Değil
-Yaş Otuz Beş
-Hatıralar
-Desem ki
-Aşk masalı
-Bayram Yemeği
Çocukluk
Affan
Dede’ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık
ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir
şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu
bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam
bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne
güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!
Karasevda
Bir
kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlerde yandığının
resmidirAşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne
mevsimidir.
Dünya
bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim
ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer
penceresi midir?
Bir
köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen
için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün
diğer ismidir.
Bugün Cuma
Bugün
cuma;
Büyükannemi hatırlıyorum,
Dolayısıyla
çocukluğumu,
Uzun olaydı o günler!
Yere düşen ekmek
parçasını
Öpüp başıma götürdüğüm günler!
O
zaman inandığım gibi,
Sahiden bir öbür dünya varsa
eğer,
Orada da cumaysa bugün,
Başında bulutlardan beyaz
örtüsü,
Büyükannem namaz kılmaktadır,
Namahrem eli
değmez seccadesinde;
Mekkei Mükerremeden getirilmiş.
Dilerim
duasında unutmasın beni;
Günahkar olduğumu hatırlayarak.
Hatıralar
“Bilmem
ki hatıralar,
Ne
istersiniz benden,
Gelir
gelmez sonbahar?
Bu
kanad çırpış neden?
Cama
vuracak ne var
Ey
eski hatıralar
Sanmayın
güller açar,
Bülbül
değildir öten;
Bu
rüzgâr başka rüzgâr.
Ne
istersiniz benden,
Bilmem
ki hatıralar,
Gelir
gelmez sonbahar?”
Yaş Otuz Beş
“Yaş
otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante
gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı
çağımızdaki cevher,
Yalvarmak,
yakarmak nafile bugün,
Gözünün
yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma
kar mı yağdı ne var?
Benim
mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya
gözler altındaki mor halkalar?
Neden
böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar
yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla
nasıl değişiyor insan!
Hangi
resmime baksam ben değilim.
Nerde
o günler, o şevk, o heyecan?
Bu
güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır
kaygısız olduğum yalan.
Hayal
meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası
bile yabancı gelir.
Hayata
beraber başladığımız,
Dostlarla
da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe
artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün
başka rengi de varmış!
Geç
farkettim taşın sert olduğunu.
Su
insanı boğar, ateş yakarmış!
Her
doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan
bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva
sarı nar kırmızı sonbahar!
Her
yıl biraz daha benimsediğim.
Ne
dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden
çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu
kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin
ölüm herkesin başında.
Uyudun
uyanamadın olacak.
Kimbilir
nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir
namazlık saltanatın olacak,
Taht
misali o musalla taşında.”
Aşk
Açınca
baharın dişi gülleri
Bir başka rüzgar eser bahçelerde
Dinle
çılgınca öten bülbülleri
Sorma niçin düştüğünü bu
derde.
De
ki: – Aşktır sadeden gönülleri
Perişan, berbat eden
gönülleri
Aşk söyletir en yanık türküleri
Ay buluta
girdiği gecelerde.
Ölümden Sonra
“Öldük,
ölümden bir şeyler umarak.
Bir
büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl
hatırlamazsın o türküyü,
Gök
parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız
bir şeydi yaşamak..
Şimdi
o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok
bize arayan, soran kimsemiz.
Öylesine
karanlık ki gecemiz,
Ha
olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda
aksimizden eser yok.”
kaynakça
*https://tr.wikipedia.org/wiki/Cahit_S%C4%B1tk%C4%B1_Taranc%C4%B1#CITEREFOkur1993
*https://gunfrfd.blogspot.com/2010/07/cahit-sitki-taranci-arkadaslarindan_2049.html
*https://www.nazlim.net/siir-siiri/cahit-sitki-taranci-siirleri.html
*https://www.leblebitozu.com/20-dokunakli-alintiyla-cahit-sitki-taranci-siirleri/
Yorumlar
Yorum Gönder